bu kadar seve bilirmisiniz birini

Başlatan ugur20, Haz 13, 2007, 11:59 ÖS

« önceki - sonraki »

Uğur YUCA

Bir otobüs durağında
karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk
karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep
aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç...
Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda
başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.
Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise
ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden
çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini,
gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen evlendiler.
Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine
sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu
zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep
mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka
hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık
hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler
günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek
eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk
sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik
olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...
"Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve
adam "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

/>Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir
tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında
başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi
sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya
okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği
çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı
hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....

Hayat ne kadar hızlı akarsa
aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman
buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az
çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta
kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel
projelerde görev aldı.
Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde
dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık"
levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu
viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman
terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım
burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt
verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım
emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...."

/>Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam
Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları
içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir
tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan
kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi
verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim
bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun
tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç
sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "Senin
için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır
sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya
çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla
kanıyordu yüreği...

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün
hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık
dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti
arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda
genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar
arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye
bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla
suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir
köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...
Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu
tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl
sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez,
bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de
yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla
duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık
aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan
çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın,
"defol" dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk
hikayesinin böyle son bulmasına
kimse inanamadı. Arkadaşlarının
desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.
Adamın, sevgilisiyle birlikte
Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala
sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar
yoğun bir duygu olan nefretin kalması için dua ediyordu.


Aradan bir
yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare
olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı
açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle
geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri
girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. Kanepeye
ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey
göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.
Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve
yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep
söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden
uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber
vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk
karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu.
Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış,
bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..."
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen
oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl
edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta,
"Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu;
"Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim",
"Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat
benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum."
"Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline
alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın...

Ve son kağıtta
şunlar yazılıydı:

"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre
yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor
olacağım....

Uğur YUCA


crazy_kubra


Yoklugunun acısı, Bana seni daha çok sevdiriyor Böyle daha güzel oluyor En azından sonuna kadar yalansız Ve ölümüne gerçek...

bucakmagduru

bunun filminide cekip yayınlamıslardı kaçgün kendime gelemediğimi hatırladım  :( :( :(

bucakmagduru