II. ABDÜLHAMID VE JAPONLAR

Başlatan discojey, Mar 26, 2008, 07:52 ÖS

« önceki - sonraki »

discojey

II. ABDÜLHAMID VE JAPONLAR

II. Abdülhamîd'in ilk padisahlik yillarinda, Rus Harbînden üç sene kadar
sonra (1296 - 1880) Istanbul'a bir Japon heyeti gelmisti. Heyet, Japon
Imparatorunun akrabasindan (Prens Hebi) nin baskanligi altindaydi.

Asil gayesi Avrupa'yi gezmek, Japon ilerleyisinin temellerini
kuvvetlendirmek olan heyet, Istanbul'a ugramayi, Türkiye'nin halini de
görmeyi ihmâl etmemisti. Resmî bir sifati olmayan heyete, sarayca alâka
gösterilmemesi gayet tabiîyken, Abdülhamîd aksini yapmis, heyeti, yâverleri
ve tercümanlarina karsilatmis, Beyoglu'nun en iyi otelini ikâmetlerine
vermis ve bütün masraflarini üzerine almisti...

Abdülhamid, Dogu milletlerinden biri olan Japonlarin bas döndürücü
terakki hamlelerini büyük bir merakla tâkip ediyor, vatanina ait yükseltme
sirlarindan belki onlarin vaziyetinde kendi eliyle çözebilecegi bir mânâ
ariyordu. Bu bakimdan heyetle alakalanmis, Japonlari Yildiz'a dâvet ederek
kendilerine göz kamastirici bir ziyafet vermis, onlari yakindan görmek ve
tanismak istemisti.

Bu temasm neticesinde heyet, ertesi günü ziyaret ettigi Sadrâzama iki
Dogulu millet arasinda siyasî ticarî münasebetler kurulmasini teklif etti,
teklifleri Rusya'ya karsi biraz ihtiyatli olmak sartiyle müsai karsilandi.
1881'de Türkiye'nin Moskova sefiriyle oradaki Japon elçisi arasinda mevzu
teskil eden bir anlasma projesi, bir müddet Osmanli Hariciyesini mesgul
ettiyse de, neticede, Rusya kaygisi yüzünden, Japonlari siyasî anlasmaya
girilmeksizin ticarî bir yakinlik ve ruhi dostluk kurulmasi, gerektigi anda
da bu dostlugu hemen ittifaka döndürülebilecek bir mahiyet tasimasi münasip
görüldü.

Aradan alti yil geçince, ikinci bir heyet... Heyet, bu defa maresal
rütbeli (Prens Akihito) baskanliginda... Bu Prens, Günesin Oglu farzedilen
Mikado'nun yegeni, dayisinin oglu...

Abdülhamid, Prens'e ve heyete büyük alâka gösterdi, onlari Dolmabahçe
Sarayi'na misafir etti ve Yildiz'a dostça karsiladi.

Bu defa heyetin vaziyeti resmiydi. Prens, Abdülhamîd'e Mikado'nun
gönderdigi en büyük Japon nisanini takdim ediyor, Sultan ise o zamana kadar
hiç bir ecnebî devletten nisan kabul etmedigi halde, onu zevkle
benimsiyordu.

Prens, Hünkâra, Mikado'nun hususî bir mektubunu getirmisti. Mektupta
hiçbir sir yok, sadece siyasi ve ticarî sahalarda iki milletin
yakinlasmasina ait dilekler var... Fakat üslûbunda öyle bir eda mevcut ki,
Abdülhamid'e Rusya'ya karsi basi sIkilir sIkilmaz hemen Japon destegini
vâdetrnekte...

Abdülhamid bu manâyi, hemen sezdi, sezdigini de Prens'e göz isaretiyle
bildirircesine hissettirdi, ayni mânâya bagliligini Prens'e hesapsiz
ikramlar ve iltifatlar seklinde gösterdi. fakat disariya hiçbir ipucu
vermedi.

Japon Prensi, mes'ut, memleketine dönerken Payitahtta büyük mesele:

Japon heyetinin ziyaretine mutlaka mukabele etmek sart... Fakat
hangi sehzadeyi ve beraberinde kimleri göndermeli?.. Böyle bir ziyaret bütün
Avrupa'yi, hele Rusya'yi müthis kuskulandirir. Ne yapmali?..

Vezirler, parmaklarini sakaklarina dayamis, bunu düsünürken, Abdülhamîd,
formüllerin en ince ve sahânesini buldu. Sadrâzam Kâmil Pasa'yi saraya
çagirtti ve emrini verdi:

Japonlarin ziyaretine karsilik olarak, siyasi mânâ tasiyan blr
heyet göndermeyecegiz de, talim ve terbiye vesilesi altinda bir mektep
gemisi gönderecegiz. Bu gemi, bayragimizi, Hindistan ve Çin sularinda ve
müslümanlarin oturdugu adalarda dalgalandiracak...

Japonya'ya karsi resmi vaziyeti de esasta sIki dostluk nisanesi altinda
bir ilmi tetkik seyahati olacak...

Karar derhal tatbik edildi ve «Ertugrul» isimli gemi, seçkin bir
kadroyla Japonya'ya gönderildi.

Gemiye, Bahriye Nâziri'nin damadi Miralay (albay) Osman Bey kumandan
tâyin edilmis ve bu degerli subayin vazifesi, hakikatte, Sultan'in mektubunu
Mikado'ya vermek, hediyelerini takdim etmek ve fevkalâde murahhas olmak
üzere tâyin edilmisti.

Miralay Osman Bey olarak yola çikan «Ertugrul'» kumandani, gemi
Singapur'a varinca, yolda pasaliga yükseltildi. Mikado'nun huzuruna pasa
olarak çikmaya hazirlandi; ve Istanbul'da verilmeyip yolda bahsedilen bu
rütbe hâdisesi de yine Sultan'in siyasî dehâsindan bir örnek oldu.

Taktigi, bütün nazarlarin "Ertugrul" üzerine çevrildlgi bir anda fazla
alâyis ve seyahat üzerinde hususî blr kiymet belirtmemekti.

«Ertugrul», (1306 - 1890) yilinin 26 Mayis günü, onbir ay süren bir
seyahatten sonra Yokohama limaninda...

O zamanin seyrüsefer sartlarina göre, bu seyahat, Türk Bahriyesi adina
bir basari... Yol boyunca ugranilan Islâm ülkelerinde yildizli hilâlin
dalgalanisi bakimindan da muazzam ruhî kiymet...

Karsilikli merasim toplari atilirken, gemiye gelen Japon Tesrifat
Nâziri, Osman Pasa'nin elini hararetle sIkarken söyle diyordu:

Hos geldiniz Amiral ! Hasmetlû Mikado Hazretleri adina sizi
selâmladigim su dakikada hilâl ve günesin birlesmis oldugunu görmekle saadet
duymaktayim !

«Ertugrul» gemisinin sembollestirdigi mânâ ve sahislara gösterilen alâka
ve sicaklik, Mikado'dan çöpçüye kadar pek büyük oldu. Arada, bellibasli ve
madde madde sinirli bir anlasmaya varilmaksizin, bir daha gelmeyen bir güne
ismarlanmis olarak, ruhi yakinlik ve dostluk zemini tamamiyle kuruldu.
«Ertugrul» her aksam, etrafindaki binlerce Japon kayigina 50 kisilik
bandosiyle konserler vererek üç ay kadar Japon sularinda kaldi ve nihayet
döndü.

Dönemedi.

Hareket edecegi gün Japon Bahriye Nezaretinden barometrelerin birden çok
düsmüs oldugu ve Japon Denizi'ne ait korkunç firtinalardan birinin
patlamasina ihtimal bulundugu, bu yüzden hareketini geciktirmesi gerektigi
haberini almasina ragmen denize açildi.

Hareketinin ertesi aksami, Japon Denizi'nin o müthis tayfununa
yakalanis... 44 saat, ha batiyor, ha batti, su yüzünde bir findik kabugu
gibi firtinayla bogusma; ve neticede (Osima) kiyilarindaki kayaliklar
üstünde parçalanmis... Içindekilerin çogu sehit, gerçek sehit... 607 candan,
kurtulabilenler 69 kisi... Osman Pasa bogulanlar arasinda...

«Ertugrul» hakkindaki en güzel sözü bir Japon gazetesi söyledi:

" Ertugrul vazifesini yapmistir."

Japonya ve Türkiye'de duyulan aci, her mikyasin üstünde... Mikado, kendi
sularindaki felâket yüzünden dövünür ve elindeki 69 kazazedeye ne yapacagini
bilemezken, Abdülhamid, günlerce ne yedi, ne içti, ne de lâf edebildi.

Türk kazazedelerini Istanbul'a getiren iki Japon harb gemisine halk ve
Abdülhainîd tarafmdan alâkalarin en coskunu...

Abdülhamîd'in Japonlar ve Japonya mevzuunda baslicâ emeli,
Avrupalîlasirken sahsiyetini elde tutan ve ondan zirnik feda etmeyen bu
milleti, siddetle atildigi yükselme yolunda gerçek dine de ulastirmakti.
Nitekim, Japonya'da «Dinleri înceleme» adinda bir de tesekkül kurulmus ve
kongre tertiplenmisti. O güne kadâr Japonya'da pek fena ve kaba, sekilde
yürütülen Islâm propagandasi, iste bu vesileyle birdenbire Japon halkinin
ruhuna yöneltilebilir ve Dogunun bu muazzam milleti elinde Müslümanlik
yepyeni bir hamleye kavusabilirdi.

Abdülhamîd, bu dâvaya çok ehemmiyet verdi; ve Japonlar tarafindan
istenilen din kitaplarini, kütüphanesinin en nâdide eserleri arasindan seçip
gönderdi ve bu kitaplarm arasina bir de, üzerindeki insan emegi bakimmdan
madde ölçüsüyle paha biçilmez bir Kur'ân ilâve etti. Toplanacak kongre
üstünde de en derin sekilde müessir olmayi düsünürken, misyonerler ve
kozmopolitler tarafindan araya bin fesat sokuldu ve basari yollari
kapatildi. Mikado ise, yine ayni fesatlar yüzünden böyle bir kongreye lüzum
görmedigini ve tebaasinin fert fert diledigi dini seçmekte hür oldugunu ilân
etti.

1904 Rus - Japon Harbinde koca Rusya'yi dize getiren Japonlarin
ruhundaki ham mistigi anlayan ve onu îslâmiyetle kemallestirmek isteyen
Abdülhamid, böylece, Japonlar nezdinde gizli bir müttefik muhafaza etmekten
baska bir imkân bulunmadigini anladi ve her sahada niüdafaadan ibaret olan
kaderine boyun egdi.

discojey