TÜRK – YUNAN İLİŞKİLERİ

Başlatan baphomet, Mar 04, 2008, 06:24 ÖS

« önceki - sonraki »

baphomet

· Türk – Yunan ilişkilerinin tarihçesine baktığımız zaman anlaşmazlıklarla dolu bir ilişki görürüz. Bu anlaşmazlıkların sebepleri coğrafi, etnik, politik, ekonomik ve tarihi faktör içinde ele alınmıştır. Ülkelerdir. Coğrafi olarak her iki ülkede müşterek sınırları olan ülkelerdir. Ege denizinde bulunan bazı yunan askıları Türk Anavatanından sadece birkaç mil uzaklıktadır. Bu iki ülkenin sınırdaş olması, aralarında meydana gelen sınır çekişmeleri bugünkü Ege ve Kıbrıs anlaşmazlıklarını meydana getirmektedir.
· Ülkelerin öz kimliklerini incelediğimiz zaman zitnik olarak Türkler ve Yunanlılar değişik ırk ve dinlere sahiptirler. Türkler Müsülan, Yunanlılar ise Ortadoks Hıristiyandır. Aynı zamanda kültürleride birbirinden farklıdır. Değişik değer yargıları ve hayat anlayışları vardır.
· Bu iki ülkenin dış ilişkilerde izlediği siyasete ve politikalara baktığımız zaman Türkler Osmanlı İmpartorluğunun kaybına rıza göstermişler ve Atatürkün akıllı idaresi ile, Pan Türkizm veya Pan. Turanizm gibi genişleme ihtiraslarından vazgeçmişlerdir.
· Yunanlılar ise eski Yunan saygınlığını haklı çıkarmak zorunluluğunda imiş gibi, bir düşüncenin verdiği, memleketlerinin yetersiz kaynakları olan önemsiz bir devlet gibi muamele görmesinin sebep olduğu, aşağılık duygusu içinde kıvranarak, kendi komşularının zararına çalışarak, düşmanca iddealarda bulunmaktadır ve kendi kendilerini büyük gören sabit bir fikrin çılgınlğı içine düşmüşlerdir.
· Politik ve ekonomik olarak Yunanistan çok yakın zamana kadar Yunan yaşantısının derinliklerine kadar inmiş olan Ortadoks kilisesi ile köylü ekonomisine dayanan bir monarşik sistemden başka bir şey değildi. Diktatör yöneticiler gelmişler gitmişler fakat Yunan sosyal alt yapısı II. Dünya savaşında Alman istilasına rağmen hiç deyişmemiştir. Buna karşın Türkiye Kurtuluş Savaşını yapmış eski rejimi tamamen silen bir sosyal devrimi gerçekleştirmiş ve laikliği getirerek yeni bir devlet nizamı kurmuştur. Bundan başka Türkiye Yunanistana nazaran daha fazla kaynaklara ve daha iyi kalkınma hedeplerine sahiptir. Ayrıca güç dengesi bakımından Yunanistanla kıyaslanamayacak kadar bir nüfus potansiyeline ve yüzölçüme sahiptir.
· Şimdi Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin ve Anlaşmazlıkların çerçevesini oluşturan konulara başlıklar halinde bakacak olursak.
1-HAVA SAHASI KONTROLÜ
· Her iki devletin NATO'ya girmesinden sonra, karşılıklı anlaşma ile Ege Denizi Hava sahasının Teknik Kontrolünün Yunanistan tarafından sağlanması kararlaştırılmıştır.
· 1950 yılında İstanbul'da yapılan uluslar arası Havacılık Toplantısı ile Ege Denizinin üzerindeki hava sahasının teknik kontrolü bu ülkeye bırakılmıştır. Ancak Yunanistan bu hattı bir hava egemenliği olarak kabul etmiştir. Türkiye 1974 kıloru Barış hareketinden sonra bu hava sahasını emniyet bölgesi ilan etmiştir. Yunanistanda karşılık olarak Ege Denizi hava sahasını yabancı, sivil ve askeri trafiğe kapatmıştır. Bölgeyide "tehlikeli bölge" ilan etmiştir. Sonradan sadece sivil Trafiğe açılabilmiştir. 1944 Şikago Sivil Havacılık Anlaşmasının 1. Ve 2. Maddeleri, ulusal hava sahası olarak ülkelerin toprakları ve karasuları üzerindeki hava sahasını kabul etmesine rağmen bu ülke, bu sahanın kendisi çin 10 mil olduğunu ileri sürmektedir. Bu durum iki ülke arasında devamlı olarak hava ihlalleri olarak adlandırılan anlaşmazlıklara neden olmaktadır. Hukuki bir ülkenin karasuları ile hava sahası sınırları örtüşmelidir. Ancak 1931'den bu yana önce 3 sonra 6 millik Yunan karasuları ile 10 millik Hava Sahası arasındaki mevcut bu fark Türkiye farkından ilk kez 1975 yılında sorun olarak dile getirilmiştir. Yunanistanın Egeyi sahiplerine niyetleri sorgulamaya başlanmıştır. Hava sahası sorununun pratik bir sonucu olarak Türk savaş uçakları Yunan hava sahasını 6 mil olarak kabul etmekte, yani 6 mil ile 10 mil arasındaki 4 millik fark Türk savaş uçaklarının uçuş alanına girmekte, Yunanistan ise bunu her defasında egemenlik ihlali ve açık tehtit olarak değerlendirmektedir.
2- KITA SAHANLI
· 1958 Cenevre Deniz Hukuku Konferansında, Egedeki Adaların sahilden işletmeye elverişli yere kadar olan bölümü o adaların kıta sahankırı olarak belirlenmiştir. Ancak, TürkiyeEge'den çıkacak denizaltı zenginliklerinden yararlanamayacağı anlamına gelen bu durumu kabul etmemiştir. Yunanistan ise karşıt görüştedir ve Adaların çevresinin bir kıtasahanlığı oluşturduğunu idda etmektedir. Türkiye buduruma önlem olarak 1958 Cevnevre antlaşmasına bir taraf o inandığı gibi Birleşmiş milletlerdeki UNCLOS Deniz Hukuku konferansında onaylanmamaktadır. Bu konferansı başka ülkede onaylamamıştır. Türkiye, Ege Denizinin özel durumunun iki ülkenin karşılıklı olarak ele almasını istemektedir. Ege kıta sahanlığı sorun, 1970-80 ve 90 larda yaklaşık 10 yıl içinde iki ülkeyi 3 defa krize sürüklemesi bakımından iki ülkenin çözümlemesi gereken önemli bir sorundur.
· Kıta sahanlığı sorununun bir çözüme kavuşmamasının en büyük nedeni ülkelerin bu konuda savundukları tezlerin birbiriyle zıtlık göstermesinden meydana gelmektedir.
· Bir sahidar devletin, kara ülkesinin deniz altındaki doğal uzantısının dibi ve dip altı olarak tanımlanan kıta sahanlığının sınırları genelde karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı hattan itibaren 200 deniz milidir. Kıta sahanlığı anlaşmazlığının nedeni kıta sahanlığının tanımından kaynaklanan anlaşmazlıktan değildir. Anlaşmazlığın nedeni sınırlandırmanın hangi ilkelere göre yapılacağı, adaların göz önüne alınıp, alınmayacağı ve sınırlandırmanın kim tarafından yapılacağı gibi konulardaki fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktadır.
· Bu açıklamadan sonra Yunanistanın savunduğu tezine bakacak olursak. Yunanistan 1958 Kıta sahanlığı sözleşmesi ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz hukuku sözleşmesine dayanarak Adaların Yunanistanın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve adaların kıta sahanlığının bulunduğunu öne sürmektedir. Ege kıta sahanlığının belirlenmesinde tüm Yunan adalarının göz önünde bulundurulmasını ve konunun uluslar arası Adalet Divanının çözmesini istemektedir.
· Türkiye'nin savunduğu tez ise Ege kıta sahanlığının belirlenmesinde adalara öncelik yada eşit ağırlık verilmesi durumunda Anadolu kıta sahanlığının yok varsayıldığını söylemektedir. Yani, zaten Anadolu karasının uzantısı içindeki adaların kıta sahanlığı oluşturması Türkiye'nin zaten kıta sahanlığı kabul ettiği bölgenin 3 Yunanistan eline geçmesi anlamına gelmektedir. Bunun için Türkiye Yunanistanın bu tezini kabul etmemekte ve Egenin özel konumu itibariyle sorunun karşılıklı olarak muzakerelerle çözümlenmesini istemekte Yunanistan ise Egenin coğrafi ve jeolojik özelliklerini yok sayarak yani hakkaniyet ilkesini çiğniyerek adaların kıta sahanlığının olduğunun kabul edilmesini istemektedir. Sonuç olarak Ege sorunu iki devletin de taviz vermez tutumu ve siyaseti sonucunda çözümlenmesi güç sorunlar olarak karşımızda durmaktadır. Ege sorunun çözümlenmesi bir tarafın taviz vermesiyle mümkün olabilecektir. Ancak bu taviz elinizdeki kozların kaybedilmesi anlamına geldiği için iki ülkede buna yanaşmamaktadır.
3- KIBRIS
· Yunanistanın yayılmacı politikasının belirgin bir örneği olduğu nedeniyle Kıbrıs ayrı bir inceleme konusu yapılacak niteliktedir.
· Kıbrıs Yunanistanın ulusal Hedefleri ve Enosis içindedir. Bunuda geçmişte göstermiştir. Bunun en belirgin örneği Yunanistanın 15 Temmuz 1974 günü adaya fiile, müdahele ederek bir hükümet darbesi gerçekleştirmesidir. Bu darbenin macı adayı Enisis planına göre ele geçirmektir. Bu gelişmeler sonucunda darbeden hemen sonra dönemin başbakanı Ecevit "Ortak Girişim" konusunu görüşmek üzere Londraya gitmiş ve İngiltereyle konu hakkında görüşülmüştür. Adadaki durum ve bu duruma ortak hareket biçimleri üzerinde durulmuş, ancak ingiltere askeri müdaheleyle değilde adanın darbe incesi durumuna nasıl getirilmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Türkiye ise adadaki Türkelrin güvencesinin garanti altına alınmasını istemiş ama İngiltere'nin yavaş hareketleri sonucu dönemin başbakanı Ecevit Türkiye'nin adadaki durum nedeniyle kaybedecek zamanı olmadığından Kıbrıs mütelesi konuşulmaya başlanmıştır. Bunun sonucunda Ecevit dönemin siyasi partileriyle görüşmüş ve durum hakkında bilgi vermişti. Garantör devletin yetki ve yükümlülükleri belirtilmiş ve yunanistanın müdehaleci bir devlet olduğu belirtilmiş. Bu yetkisini adadaki Anayasal düzeni koruması şeklinde kullanmak yerine bu yetkiyi kötüye kullandığı belirtilmiş ve askeri müdehalenin kaçınılmaz olduğu belirtilmişti ve askeri müdehale Ecevit'in verdiği isim adı altında yani Kıbrıs Barış Harekatı adı altında başarıyla yapılmıştır.
· Kıbrıs kara harekatı Türkiye'nin Kıbrıs'taki garantörlüğün korunması ve Yunan emellerinin, gerçekleştirilmemesi bakımından önemlidir. Amacı itibariyle tamamen Kıbrıstaki Türk Halkının haklarının korunması ve sağlanması bakımından savunma niletiği taşır.
4- ADALARIN SİLAHLANDIRILMASI
· 1923 Lausanne antlaşmasıyla Doğu Ege Adalarının 1947 Parry Antlaşması ile 12 Adaların silahtan ve silahlı kuvvetlerden arındırılması öngörülmüştür. Yunanistan Doğu Ege Adalarını 1960'ların başından itibaren yeniden silahlandırmaktadır. Türkiye ilk kez 1964'de Rodos ve İstanköydeki askeri yığınaklara karşı Yunanistana bir protesto notası vermiştir. Ama Yunanistan o tarihte böyle bir girişiminin olmadığını söylemiştir. Ancak 1969 yılında Limanın silahlandırılmalarıyla ilgili olarak Türkiye'nin verdiği notaya karşılık Yunanistan bu kez silahlandırma yaptığını kabul etmiş ve Montro Boğazlar Sözleşmesine atıfta bulunarak buna hakkı olduğunu söylemiştir.
· Yunanistan Montrö Boğazlar sözleşmesinin Lozan Boğazlar sözleşmesini hükümsüz kıldığını iddea etmektedir. Montro Boğazlar sözleşmesinde adaların silahlardan arındırılmasıyla ilgili bir hüküm bulunmaması nedeniyle Lozan Boğazlar sözleşmesi hükümsüz hale gelmekte ve Yunan adalarının silahlandırılması meşrulaştırılmak istenmektedir.
· Türkiye'nin görüşüne göre ise Montrö Yunanistana böyle bir hak vermemektedir. Çünkü Montrö, Lozan Boğazlar sözleşmesinin Yunanistanı ilgilendiren bölümlerini ortadan kaldırılmaktadır.
· Türkiye'nin tezine göre Montröde söz konusu olan "yeniden" silahlandırma" Tüm Ege adalarıın değil açık bir biçimde yalnızca Türk egemenliğindeki Boğazlar Bölgesini kapsamaktadır. Montröde Yunanistanın egemenliği altındaki adaların yeniden silahlandırılması ile ilgili bir hüküm yer almamaktadır. Dolayısıyla Yunanistan'ın adaların silahlandırılmasına gerekçe olarak Montröyü göstermesinin hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Ama Yunanistan Türkiye'nin Montröyle kazandığı boğazlardaki silahlanma hakkını kendine göstermektedir.
· Sonuç olarak Türkiye açısından Boğazlardan Geçişi düzenleyen Montrö boğazlar sözleşmesi Yunanistan herhangi bir hak kazandırmaktadır.
PAN-HELENİK HÜLYA: BÜYÜK FİKİR (MEGALİ İDEA)
Yunan yayılmasının güç aldığı en büyük ukvvet Megali İdea'dır. Andreas C. Michalopoulos, OBE tarafından Megali İdea şöyle tanımlanmıştır:
"Gelecekte bir gün tüm Yunanlılar birleşecek ve büyük Yunanistan krallığının İyonya (Batı Anadolu)dan Trakya'yı, Küçük Asya sahillerini ve İstanbul'u da içine almak üzere Karadeniz'e kadar uzayacağı ümididir. Bu mağrur bir aydın fantazisi değil, bir rüya değil, Bizans İmparatorluğu'nu hortlatmak gibibir vahşi ideal değil, bu yabancı bir ırkın hakimiyetinden kurtularak hür olmak isteyen insanların sesidir."
Bu tanımı yapana göre; bu hayal hemen gerçekleşmeyebilir ama yayılma, yavaş yavaş oluşacaktır."
Yunanistan İşçi Kurumu temsilcisi Dr. Drakoulis, Ocak 1919 senesinde çok açık olarak şöyle söylüyordu:
"İzmir ve Atina Helenizmi, iki deniz feneri gibi gözükmektedir. Bu ışık merkezlerinden birinin neden Helenizm'den koparılması gerektiği fikri bir muammadır... Makedonya ve İstanbul, Teselya ile Girit gibi aynı yolu takip etmelidir. İstanbul Yunan devletinin başkenti olmalıdır."
Son zamanların Yunanlı yazar ve politikacısı Panayotis Pipinellis de konuyu şöyle değerlendirmiştir:
"Yunanistan'ın oluş sebeplerinden biri de; tüm Yunan ırkının toplanıp biraraya gelebildiği milli bir milletler topluluğunun çekirdeği haline gelmesidir. Bizans İmparatorluğu'nun yeniden canlandırılma hülyası tüm Yunanlılar'ın kafalarındaki tek düşünce olmuştur."!
Yunan basını bile, düzenli bir şekilde yalnız İzmir'in değil aynı zamanda, Trakya, İstanbul ve Türkiye'nin Karadeniz sahillerindeki trabzon'un Yunanistan'a ilhakı için tahriklerini yürüterek Yunan emperyalizmini aksettirmiştir. 13 Kasım 1918 tarihli Nea Hellas Gazetesi şöyle yazmıştır:
"Yunanistan'dan başka hiçbir devlet İstanbul'un varisi olduğunu iddia etme cesaretini gösteremez. Yegane doğru karar veya en zararsız olanı, Yunanistan sınırlarının İstanbul'u da içine alacak şekilde genişletilmesidir. Soruna diplomatlar tarafından bulunan yasa dışı çözümlere rağmen İstanbul, Yunanistan'a aittir ve bir gün yine Yunanistan'ın olacaktır."
Aynı gazete, İstanbul'a ilaveten Kıbrıs, Epir, Onikiada, Trakya ve Küçük Asya'nın Yunanistan'a verilmesini istemişti.
Eleftheros Typos Gazetesi, Yunanistan7ın artık geçmişin küçük bir devleti olmakla devam edemiyeceğini vurgulayarak şunları ilave etmişti.
"Harbin, üzerimize yüklediği ağır sorumluluklara karşın, şayet sınırlarımız tüm Helenleri bir Yunanistan içinde toplayacak büyüklüğe sahip oluncaya kadar genişlemese, ekonomik olarak hayatta kalamayız."
Buna mukabil İleftheron Vema Gazetesi'de bir başka deyişle şöyle ifade ediyordu:
"Trakya ve Küçük Asya'yı almayacağını söyleyen Yunanlı aklını kaçırmış olmalıdır."
1920'lerde, Rizospastis Gazetesi hariç olmak üzere, bir tek gazete yoktu ki Yunan toprak isteklerini yazmasın. Halbuki aynı günlerde. Atina nezdindeki İngiliz Büyükelçisi Lord Granville, yunanistan hakkındaki gözlemlerini şöyle belirtmişti:
"Yunanistan'ın kendine ait toprakları bile idare etme yeteneği gösteremezken, milyonlara varacak kalabalık bir nüfusu idare etmek için gerekli olan akıl ve fedakarlığı gösterebileceği beklenemez. Bugün öğrenilmiştir ki hiç olmazsa İzmir'in zengin iş adamları ve hatta Yunanlı "reaya" (Osmanlı Yunanlıları) kendi anavatanları ile birleşmeyi istememektedirler."
Yunan yayılmasının tehlikelerini daha evvelden sezmiş olan İngiliz subayı ve yazarı Harold Armstrong. "Yunanistan büyük olmak için kendini yukarı doğru itmeye zorlamaktadır." Dedikten sonra şöyl edevam ediyor:
"Yunanistan'ı ne kadar çok görürsem, onun büyüklüğüne o kadar daha z inanıyorum. Yunanistan, zannederim her biri kolayca patlayabilecek baloncuklardan oluşan bir köpük dünyası üzernide yaşamaktadır. Örgütlenme yeteneği ve idare edebilme kabiliyeti yoktur. İşten ziyade lafın bol olduğu bir memlekettir."
SONUÇ VE ÖNERİLER
Türk ulusal hedefi "Çağdaş Uygarlık", çevreyi tedirgin edecek özelliği olmayan ulaşılabilir bir hedeftir. Ancak, Yunanistan'ın ulusal hedefi "Megali İdea" için bir engel durumundadır.
Yunan ulusal hedefi ise ulaşılabilir, sulhsever, hukuk ilkelerine uygun ve ulusal gücüyle uyumlu olmayan, bir slogan veya rüya durumundadır. Türkiye ile ilişkilerinde duygusal davranabilmekte, 1920 Anadolu serüveni gibi ansızın gelen zorlu bir duygunun etkisiyle şaşırtıcı eylemler yapabilmektedir. Ülkenin ulusal gücü bugünkü sınırlarını genişletmesine yeterli olmamasına rağmen, ortaya çıkabilecek ilk fırsatta saldırabilmenin hazırlıkları içindedir. Diğer bölümlerdeki bilgi ve değerlendirmeler göstermiştir ki Yunanistan, ulaşamayacağı ve savaşı gerektiren bir hedefe koşullandırılmıştır. Savaş ise Türkiye'nin ulusal hedefine ulaşabilmesinde büyük bir engel durumundadır.
Bu durumda Türkiye NE YAPACAKTIR? Yönetimimiz, Yunanistan ile ilişkilerini bir savaşa neden olmayacak şekilde düzenlemek için elinden gelen çabayı gösterecektir. NASIL'a gelince Türkiye, bu ülkeye özgü duygusallığı ve coşkuyu yatıştıracak şekilde barışçı ve kışkırtmadan uzak bir yöntem uygulayacaktır. Bu ülke ile ilişkilerde varolan dengesizliğin devamının ve özellikle bu ülke ile bir savaşın, ulusal hedefinin elde edilmesine geciktirici bir etki yapacağı daima hatırlanacaktır. Ancak, Yunanistan'ın geçmişte yaptığı gibi serüvenci bir saldırısına karşı yeterli önlemleri de alacaktır.
Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesi için, Yunanistan'ın yüzyıllardır şartlandığı ulusal hedefinden hemen bir ödün vermesini beklemek gerçekci bir tutum olmayacaktır. Esasen, bugünkü Davos sonrası yaklaşımın, Yunanistan tarafından gerçek bir gereksinimi karşılamak için benimsendiğini söylemek veya bir ödün olarak nitelemek yanlış olacaktır. Gelişimi bu incelemenin görüşmeler ve bildiriler bölümünde belirtilen Davos, çok yararlı, fakat sadece bir başlangıç ve Türkiye için NASIL'ın başarıya ulaşmasında etkili bir araçtır.
AT-Avrupa Topluluğu her iki ülke içinde, gerginliğin giderilip savaşın önlenmesinde etkili olabilecek bir kurumdur. AT'ye üye olmakla Türkiye, ulusal hedefine biraz daha yaklaşacak, üye Yunanistan ise zamanla, duygusallığı ve coşkusu azalarak, Türk-Yunan ilişkilerine koşullandırılmış bir "Hellen" gibi değil, kalkınmışlığın rahatlığına ermiş diğer AT üyeleri gibi bakabilecektir.
Her Türk ve Yunanlı, Atatürk'ün Ekim 1937 de Türkiye'ye gelen Yunanistan Başbakanına söylediklerini daima anımsamalıdırlar.
"ÜLKELERİMİZİN İYİ İLİŞKİLER İÇİERİSİNDE OLUŞU HER İKİ ÜLKENİNDE YARARINADIR. ZAMAN GEÇTİKÇE BU HUSUS DAHA İYİ ANLAŞILACAKTIR."
Ben İmza Neyim BilmemParnakBassam Olurmu?

baphomet

Ben İmza Neyim BilmemParnakBassam Olurmu?