ünlü şiirler

Başlatan sacrife, Tem 21, 2007, 06:49 ÖS

« önceki - sonraki »

sacrife

merdiven



Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde
güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak


Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret
ki akşam olmakta

Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur
alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer


Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki
akşam olmakta

               
  Ahmet Haşim 



Aysel Git
Başımdan

aysel git başımdan ben sana göre değilim
/>ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz
çirkinim
aysel git başımdan istemiyorum
benim yağmurumda gezinemezsin
üşürsün
dağıtır gecelerim sarışınlığını
/>uykularımı uyusan nasıl korkarsın
hiçbir dakikamı yaşayamazsın

aysel git başımdan ben sana göre değilim
benim için kirletme
aydınlığını
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

/>Islığımı denesen hemen düşürürsün
gözlerim hızlandırır
tenhalığını
yanlış şehirlere götürür trenlerim
ya ölmek
ustalığını kazanırsın
ya korku biriktirmek yetisini
acılarım iyice
bol gelir sana
sevincim bir türlü tutmaz sevincini
aysel git başımdan ben
sana göre değilim
ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm
karanlığım biraz çirkinim

sevindiğim anda sen üzülürsün
/>sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
/>uzak yalnızlık limanlarına
aykırı bir yolcuyum dünya geniş
/>büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
/>sakın başka bir şey getirme aklına
aysel git başımdan ben sana göre
değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm
karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan seni seviyorum

/>                Attila İlhan


/>



sacrife


sacrife

Ben Sana
Mecburum




Ben sana mecburum bilemezsin
/>Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin

Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum

/>Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
/>Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
/>Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun

/>Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur

Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
/>Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman

Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatihte yoksul bir
gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe
başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
/>Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana
mecburum sen yoksun

Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni
bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki
Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışşın tüylerin
ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü
rüzgâr saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne
vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim
sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben
sana mecburum bilemezsin..

             
Attila İlhan 





Desem ki
Vakitlerden Bir Nisan Akşamıdır

Desem ki vakitlerden bir Nisan
akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende
seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,

Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en
bereketlisini sende sürdüm,
Senden tattım yemişlerin cümlesini.

/>Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
/>Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!

Desem ki...
/>İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda
en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.

Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla
beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
/>Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat
yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve
neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer
günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum

 
             Cahit Sıtkı Tarancı 

/>

sacrife

Otuz Beş Yaş


Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi
ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak,
yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
/>Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
/>Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman
görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl
değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o
şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır
kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
/>Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
/>Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
/>Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert
olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir
dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar
kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp
duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu
kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylesin ölüm herkesin
başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç
yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla
taşında

          Cahit Sıtkı
Tarancı 



Çanakkale Şehitlerine
/>


Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En
kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için
Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne
hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle
'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni
Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat
mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya'yla
beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
/>Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi
bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır
yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu
Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı
hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
/>Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe
müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

/>Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor
a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor
göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce
lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm
indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur
enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
/>Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha
bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden
seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde
gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner
hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi
kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o
metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin
azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın
ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme'
dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte
çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana,
dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulmuş
tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne
güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
/>Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın
kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
/>Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni
tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o
kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır'
diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da
geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan
lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam
da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin
altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem
yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr
ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine
bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi
iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken
hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki,
rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen
taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey
şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor
Peygamber

                 
Mehmet Akif Ersoy

sacrife

Olmasa Mektubun
/>

Olmasa mektubun,
Yazdıkların olmasa
Kim
inanırdı
Senle ayrıldığımıza.

Sanma unutulur,
Kalp
ağrısı zamanla
Herşeyi unutarak
Yaşanır sanma.

Neydi
bir arada tutan şey ikimizi
Birleştiren neydi ellerimizi
Bırak bana anlatma
imkansız sevgimizi
Sevmek birçok şeyi göze almaktır.

Baksana
geçmişe,
Ne çok anıyla yüklü
Nerde o taverna,
Nerde sinema


Harcanmış zamanla
Yeniden yaşanmaz ki;
Geç kaldıktan
sonra
Arama boşa!

          Murathan
Mungan



Kaldırımlar 1

/>Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında
Yürüyorum, arkama bakmadan
yürüyorum
Yolumun karanlığa saplanan noktasında
Sanki beni
bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki
yoldaş uyanık:
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar

İçimde
damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler,

Üstüme camlarını, hep simsiyah dikiyor
Gözüne mil çekilmiş bir ama
gibi evler

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi
/>Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandir.
Kaldırımlar, duyulur ses
kesilince sesi,
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana
düşmez can vermek yumuşak bir kucakta,
Ben bu kaldırımların emzirdiği
cocuğum.
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta,
Bu karanlık
sokakta bitmesin yolculuğum

Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin;
/>İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler
işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.


Ne
sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin
karanlıkları.
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim,
Örtün,
üstüme örtün serin karanlıkları.


Uzanıverse gövdem,
taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp
sokaklar kadar esrarlı bir uykuya;
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi. .
/>
         Necip Fazıl Kısakürek 


/>



sacrife

Anlatamıyorum
/>


Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim
şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde
düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

 
   Orhan Veli Kanık




İstanbulu
Dinliyorum



İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
/>Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar,
ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan
çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

/>İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
/>Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor
dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
/>Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar
rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
/>
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin
sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların
uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

/>İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor
kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey
düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum,
gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir
kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
/>Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor
fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
/>İstanbul'u dinliyorum.

          Orhan Veli
Kanık 




sacrife

Akıncılar
/>



Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o
gün dev gibi bir orduyu yendik

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
/>Bir yaz gunu geçtik tunadan kafilelerle

Şimşek gibi bir semte atıldık
yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtigi yoldan

Bir gün
doludizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlanık o hızla
/>
Cennette bu gün gülleri açmiş görürüzde
Hala o kızıl hatıra
titrer gözümüzde

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin
atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik

         
Yahya Kemal Beyatlı





Rindlerin
Akşamı

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.

Cihana bir daha
gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

Geniş
kanatları boşlukta simsiyah acılan
Ve arkasından güneş doğmayan
büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sukunlu gece.
/>Gruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

Ya şevk içinde harab ol, ya
aşk içinde gönül.
Ya lale açmalıdır gögsümüzde yahut gül.
/>
             Yahya Kemal Beyatlı


sacrife

Bir Veda
Havası

Vakit tamam, seni terk ediyorum.
Bütün
alışkanlıklardan öteye...
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
Doymadım
inan, kanmadım sevgine.
Korkulu geceleri sayar gibi,
Birden bire bir yıldız
kayar gibi,
Ellerim kurtulacak ellerinden
Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi.
/>Aşk sa bitti, gül se hiç dermedik
Bul kendini kuytularda hadi dal
Sen bir
suydun, sen bir ilaçtın.
Hoşçakal iki gözüm hoşçakal.

Vakit
tamam seni terk ediyorum
Bu incecik bir veda havasıdır
Parmak uçlarına
değen sıcaklık
İncinen bir hayatın yarasıdır
Kalacak tüm izlerin
hayatımda
Gözümden bir damla yaş aktığında
Bir yer bulabilsem
seni hatırlatmayan
Kan tarlası gelincik şafağında
Ölümse korktum
savaşsa hep kaçtım
Vur kendini korkularda hadi al
Seninle bir bütün
olabilirdik
Hoşçakal iki gözüm hoşçakal

     
   Yusuf Hayaloğlu 




Han
Duvarları

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
/>Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir
yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti
gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
İlk
sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava
ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada
zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın söldürdüğü
etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken
rüzgarların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her
tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında
bir ıslık
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış
gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
/>Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince
ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova
ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni
muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
/>Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
/>Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde
tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten
silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış
kalmışım yaylının şiltesine,
Bir sarsıntı... uyandım uzun suren
uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde
yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır
önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.

Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik
handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı
garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmis vatanın dört bucağı
/>Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü
mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
/>Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Heryüzü çiziyordu bir
hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki
çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,

Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış
burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
/>Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda
gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra
değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa

Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
*On yıldır ayrıyım
Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek
dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben*
/>Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi..
Gözüm imza yerinde başka ad
görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
Ne hudut kaldı
bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan
götürdüğün şan yetişir yarına
Ertesi gün başladı gün doğmadan
yolculuk
Soğuk bir mart sabahı...Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan
fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların
ardında gün yanmadan sönuyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan
görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir
derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
İki
dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
/>Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler
anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit
sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı
kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
Savrulmaya
başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
/>Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can
verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı *İste Araplıbeli*
Tanrı
yardımcı olsun gayri yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
/>Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa
karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi
haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
/>Çicekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
/>Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
*Gönlümü çekse de yarin hayali
/>Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın
önüne katılmışım ben*
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı

Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden
yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
/>Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık
Bir han yorgun argın tatlı bir
uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
/>Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım
*Garibim namıma Kerem
diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem
diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış'ım ben*
Bir kitabe
kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında

Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
Bahtına lanet olsun
aşmadıysan bu dağı
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post
verenler yabanın hayduduna kurduna
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu

Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun
burkuldu kaldı bende,
Dedi
Hana sağ indi ölü çıktı geçende
/>Yaşaran gözlerimde her sey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan
geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
/>Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,

Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan
yaşlı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar
Ey garip çizgilerle
dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları...

/>              Faruk Nafız Çamlıbel

/>

çαηαк

HEPSZİ BIRBIRINDEN HARİKA
ŞİİRLER ELLERINE SAGLIK

sacrife


sacrife